Bismillâhirrahmânirrahîm
[Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla] „Size bir selam verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.”
[Nisâ sûresi, âyet 86]
Muhterem Müslümanlar,
Kur’ân-ı Kerîm, insan ilişkilerine büyük önem verir. Toplumun en çok ihtiyaç duyduğu toplumsal barışı sağlayacak hususları detaylarına kadar açıklar. Önce kişinin gerek Allah’a ve gerekse insanlara karşı görev ve sorumluluklarını bildiren yüksek, en güzel ahlak prensiplerini öğretir. İşte çok basit gibi görünen fakat insanları birbirlerine yaklaştırmada, sevgi, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamaları hususunda önemli etkisi olan güzel toplum kaidelerinden biri de selâmlaşmaktır.
İslâm kelimesi ile aynı kökten gelen selâm, kurtuluşa ermek, huzur, barış ve güven içinde olmak, ayıp ve kusurlardan uzak kalmak anlamlarına gelir. Her şeyden önce “es-Selâm” Allah’ın doksan dokuz sıfatından biridir. Selâm; Allah (c.c.)’dan kişiye hem barış, huzur ve güven dileği, hem de dostane bir ilişki teklifidir. Selâma karşılık vermek ise, bu en kalbî yaklaşımı memnuniyetle kabul etmektir.
Değerli Kardeşlerim,
Kur’ân-ı Kerîm’de, mü’minlerin birbirlerine selâm vermeleri istenmiş ve şöyle buyurulmuştur: „Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” [1] Bu sebeple İslâm dini selâmlaşmaya, toplum içerisinde selâmın yayılmasına büyük önem vermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman et¬miş sayılmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” [2] Demek ki selâmlaşmak insanların birbirlerini sevmelerine, birbirini sevmeleri de cennete girmelerine vesile olmaktadır. Dinimiz selâmın yayılmasını, tanıdık, tanımadık herkese selâm verilmesini emretmiştir. Bir adam Peygamber Efendimiz’e: “İslâm’ın hangi ameli daha hayırlıdır?” diye sorunca Efendimiz: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığına selâm vermendir.” [3] cevabını vermiştir.
Kıymetli Mü’minler,
Araçta olan yaya olana, yürüyenin oturana, arkadan gelenin önde olana, az olanın çok olana, küçüğün büyüğe selâm vermesi uygundur. Toplu olarak bir yere gelenlerden birinin selâm vermesi, topluluktan birinin selâmı alması yeterlidir.
Namaz kılana, uyuyana, selâm verilmez. Ezan, hutbe ve Kur’ân-ı Kerîm okunurken, okuyana ve dinleyene selâm verilmez. Yemek yiyene de lokma ağzındayken selâm verilmez. Vaaz esnasında da selâm vermek uygun değildir. Camiye girildiğinde içeridekiler meşgulse selâm verilmez, değilse verilir. Camiye ya da bir hâneye girince kimse olmasa bile, melekleri düşünerek selâm verilebilir. Zaman ve mekan değişmediği sürece selâmı tekrarlamak da gerekmez.
Kıymetli Mü’minler,
Cennetin kapıları açıldığında, mü’minlerin, selâmla karşılanacaklarını açıklayan bir âyetin meâli ile hutbemi bitirmek istiyorum. “Rablerinden korkup sakınanlar, bölük bölük cennete götürülür. Oraya geldiklerinde cennet kapıları açılır. Oranın bekçileri onlara derler ki: ‘Selâm size olsun. Gönül huzuru buldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin.” [4]