Rubrik: Almanya'da İslam

Diyanet, dünya İslam alimlerini barış için topladı


Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Dolmabahçe Sarayında düzenlenen "Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi" toplantısı, 32 ülkeden 100’ü aşkın alimin katılımıyla başladı.



Toplantının sonuçlarının şimdiden başta bölge olmak üzere bütün dünya Müslümanlarına ve insanlığa hayırlar getirmesini temenni eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, toplantının, alışık olunan ve karşılıklı güzel temennilerde bulunulan diplomatik bir toplantı olmadığını, bilimsel bir sempozyum, kelami veya fıkhi konuların müzakere edildiği bir görüşme de olmadığını ifade ederek, şunları söyledi:

"Üzülerek belirtmek isterim ki, bu toplantı Filistin, Keşmir meselelerini, Doğu Türkistan'ı, Karabağ'ı, Arakan'ı Çeçenistan'ı ve Gazze'yi konuşacağımız; oralardaki Müslüman kardeşlerimizin dertlerine derman olmak üzere yapacağımız bir toplantı da değildir. Böyle olmasını çok isterdim. Maalesef bu toplantı Allah-u Ekber nidalarıyla namaz kılınan camilerin nasıl bombalandığını, aynı kıbleye yönelenlerin birbirlerine nasıl cihat ilan ettiklerini ve masum insanların kardeşleri tarafından nasıl acı acı katledildiğini konuşacağımız bir toplantıdır. Bağdat, Musul, Kerkük, Rojava, Halep, Hama, Şam ve Trablusgarp'ta yaşanan çatışmaları konuşacağımız bir toplantıdır."

Başkan Görmez’in yaptığı konuşmada bazı satır başları şu şekilde;

“İslam coğrafyasında yaşananlara hiçbir mümin vicdan sessiz kalamaz ve kalmamalıdır…”

Son yıllarda hemen hemen tüm Ramazanları acı, ıstırap, kan ve gözyaşıyla idrak etmeye başladık. bu Ramazanda da başta Irak, Suriye ve Filistin olmak üzere İslam dünyasının çeşitli bölgelerinden yürekleri burkan, iftarları zehir eden, orucun manevi ikliminin getirdiği sevinci daha kalplere değmeden alıp götüren çok acı hadiseler yaşadık. Bugün bölgemizde yaşananlara hiçbir mümin vicdan sessiz kalamaz ve kalmamalıdır. Elbette her birinizin bu acıların dinmesi için bir cehd ve gayret içerisinde olduğunu biliyorum. Yapmış olduğumuz çağrı üzerine sizden aldığımız güç ve destek ile bugün bir aradayız.

“Bu toplantıdan sonuç alamazsak, parçalanmış İslam dünyasından güç devşirenler Gazze’ye saldırmaya, masum çocukları öldürmeye devam edecek…”

Bu toplantılardan sonuç alamaz, Müslümanların birbirlerine saldırmalarını engelleyemez, çatışmalara ve ölümlere son veremezsek, parçalanmış İslam dünyasından güç devşirenler yıllardır bir hapishaneye çevirdikleri Gazze'ye saldıracaklar, nice masum çocukların, kadınların ve yaşlıların üstlerine bombalar yağdırmaya devam edecekler. Ayrıca daha nice bölgelerde Müslümanlar savunmasız biçimde ölüme terk edilecek. Hiçbir insaf, vicdan ve ahlak tanımadan Gazze'ye yapılan saldırıları telin ederek, şehitlere rahmet ve yaralılara acil şifalar dileyerek, bugün, Irak, Suriye, Libya, Nijerya ve benzeri yerlerde yaşanan adam öldürme, intihar saldırıları, kız çocuklarını kaçırma, camileri bombalamalar, sadece buradaki insanları değil, bütün bir İslam algısını tahrip ediyor. Tüm dünyadaki Müslümanların başlarını öne eğdiriyor.

“Bugün İslam'ın cahil müntesiplerinin İslam'a verdiği zarar azılı düşmanların verdiği zararı fersah fersah geçmiş bulunmaktadır…”

Bugün İslamofobi'yi oluşturmak isteyen endüstri, İslam dünyasındaki çatışmaları ve yaşanan manzaraları gösterip, Müslümanlar aleyhine acımasız bir propaganda yaparak, İslam ile ilgili korkuyu yüreklere salmaya devam ediyor. Bu açılardan bakıldığında bugün İslam'ın cahil müntesiplerinin İslam'a verdiği zarar azılı düşmanların verdiği zararı fersah fersah geçmiş bulunmaktadır. Çağdaş dünya bütün bunların sebeplerini okumakta ve tespit etmekte zorlanmaktadır. Herkes bu vahşetin sebeplerini İslam dininin ve mezheplerin tarihsel köklerinde aramaktadır. Oysa bunlar dinden ve mezheplerden kaynaklanmadığı gibi bu vahşetin köklerini asr-ı saadette, Hazreti Peygamber'in hadislerinde, Hazreti Osman'ın katliyle başlayan fitne döneminin akabinde yaşanan mezhep ihtilaflarında aramak da beyhudedir. Hiç kimse bugün Irak, Suriye'de olup bitenleri, Nehrevan'da, Cemel'de, Sıffin'de, Kerbela'da aramaya kalkışmasın.

“İslam dünyasında olan olayların kökenlerini dinin kendisinde veya mezheplerin öğretilerinde aramak yanlıştır…”

Söz konusu olayların kökenlerini dinin kendisinde veya mezheplerin öğretilerinde aramak yanlıştır. Sosyal bilimlerin bütün verilerini dikkate alarak bu hadiseleri değerlendirecek olursak bunlar, modern zamanların işgal ve sömürgelerinden sonra istibdatların gölgesinde, yoksulluk, cehalet ve esaretin ürünü olan yaralı bilinçlerin ve ölümcül kimliklerin kin, öfke, ihtiras ve intikamlarını din ve mezhep görüntüsü altında meşrulaştırmaya çalışmasından başka bir şey değildir. Meydana gelen olayların sebeplerini sadece dışarıda aramak en kolay açıklama yoludur. Suçu diğer mezhebin yaptıklarında aramak kolaycılık olabilir. Veya yaşanan tüm bu hadiseleri İslam muhaliflerine, dış düşmanlara, şer güçlere, emperyalistlere, siyonistlere bağlamak, olayların arkasında bu türden komplolar aramak bugünümüzü kurtarabilir.

“Alimler hiçbir kirli siyasal ilişkilere girmeksizin hak ve hakikat arayıcısı olmalıdır…”

Ümmetin vicdanı, peygamberlerin varisleri olan alimler ümmetin aklı selimini temsil, adaleti ikame, birlik ve kardeşliği temin etme gibi ağır bir sorumluluk altındadır. Alimlerin Müslümanlara itidalli hareketleri tavsiye etmesi, her türlü aşırılıktan, tehlikeden ümmeti koruyabilmesi gerekir. Alimler hiçbir kirli siyasal ilişkilere girmeksizin hak ve hakikat arayıcısı olmalıdır. Alimler, asla halkına zulmeden ve hak gaspı yapan yönetimlerin gölgesinde İslam'a hizmet edemez. Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakikati savunmak alimlerin tavrıdır ve yoludur. Ancak bu şekilde peygamberin varisi olmak mümkündür.

“Biz, imsak vaktini konuşurken, İftarda üzerlerine bomba yağan masum kadın ve çocukların haklarını unuttuk…”

İslam uleması olarak bizler, hac menasikini ifa içinde karınca öldürmenin hükmünü uzun uzun izah ederken masum insanları katletmenin ve bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek olduğunu haykırmayı zaman zaman ihmal ettik. Alimler ruyet-i hilal meselesini, imsakın ne zaman başladığını ya da orucu nelerin bozduğu üzerinde durdukları kadar oruç tutan ve teravih kılan Müslümanların, kadınların, çocukların üzerine bombalar yağdırmanın İslam'ın vahdetini ve ümmetin birliğini nasıl bozduğunu gözden kaçırdı. Elbette imsakın ne zaman başladığını anlatacağız ancak onu anlatırken asıl büyük misakımızı da hatırlayacak ve hatırlatacağız.  Bu misakımızda bizler Rabbimize söz vermiştik, adam öldürmeyecek, bozgunculuk yapmayacak ve hiçbir cana kıymayacaktık.

“Müslüman bir başka Müslüman'ı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz…”

Müslüman bir başka Müslüman'ı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz. Böyle bir çatışma durumu İslam'ın en ulvi kavramlarından olan cihat ile beraber anılamaz. Mezhebine, fikrine ve anlayışına uymayanı tekfir ederek onu öldürmeyi hiç kimse cihat olarak tarif edemez. Toplumda kaos çıkartma, kargaşa var etme, insanları topluca öldürme, camileri bombalama, katliam yapmanın adı terördür. Terör, cihat olarak kabul edilemez. İslam'ın cihadında asla terör bir yöntem olarak kabul edilemez ve uygulanmaz.

“Mezhebi mensubiyeti, İslami aidiyetin üstünde görmek asla kabul edilemez…”

Mezhebi dinle aynileştirmenin veya mezhebi mensubiyeti, İslami aidiyetin üstünde görmek asla kabul edilemez. Mezhebe dayalı ayrıştırma, ötekileştirme ve çatışma, taasubun ve cehaletin yansımasıdır. Mezheplerin dinin önüne geçtiği hallerde en çok zarar gören dinin bizzat kendisi olur. Mezheplerin bir din gibi algılanması ve bu algının topluma dayatılması, İslam toplumunun birlikte yaşama iradesini bozmuş, dinin özündeki kardeşlik bilinci ve hoşgörü kültürü ortadan kalkarak, farklı olan tekfir edilir hale gelmiştir. Bir mezhebin kendisini dinin yegane temsilcisi olarak görmesinin yol açacağı sonuç, diğerlerini dinden dışlaması, onları dalaletle, sapıklıkla hatta küfürle suçlaması anlamına gelir.

Bu durumda ümmetin birlik ve beraberliği kaybolur. Toplumsal barış yok olur. Hiç kimse bir başkasını, İslam'ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez. Müslüman bir başka Müslümanı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz. Böyle bir çatışma durumu İslam'ın en ulvi kavramlarından olan cihat ile beraber anılamaz. Mezhebine, fikrine ve anlayışına uymayanı tekfir ederek onu öldürmeyi hiç kimse cihat olarak tarif edemez. Toplumda kaos çıkartma, kargaşa var etme, insanları topluca öldürme, camileri bombalama, katliam yapmanın adı terördür. Terör, cihat olarak kabul edilemez. İslam'ın cihadında asla terör, bir yöntem olarak kabul edilemez ve uygulanmaz.

“Yeryüzündeki tüm canlılara merhamet etmemizi, emreden İslam'ın, intihar saldırılarıyla kan akıtılmasını teşvik etmesi asla düşünülemez…”

Bitkisiyle, hayvanıyla yeryüzündeki tüm canlılara merhamet etmemizi, sevgiyle yaklaşmamızı emreden İslam'ın, suçlu suçsuz demeden intihar saldırıları türünden toplu imha yöntemleriyle kan akıtılmasını teşvik etmesi veya buna onay vermesi asla düşünülemez. Cihat, terörün, vahşetin ve öldürmenin değil, diriltici bir gayretin hayat veren bir mücadelenin adıdır. Bugün, Müslümanlar'ın topyekun başvuracağı en büyük cihat, cehalete, taassuba, fitne ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır. Hiç kimse, zulme karşı cihat iddiasıyla başkaca mazlûmiyetlerin yaşanmasını meşru göremez."

“Hiçbir alim, zulmü meşrulaştırmak adına ilmini ve fetvasını kana bulayamaz…”

Sevgili Peygamberimiz, Müslümin 'Sahih'inde rivayet ettiği hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır; 'Kim gayesi İslam olmayan bir bayrak altında bir asabiyyete çağırırken veya bir asabiyyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü cahiliyye üzeredir'. Asabiyye nedir? Onu da başka bir rivayette çok anlaşılır şekilde izah ediyor: 'Resulullah dedi ki; Zulümde kendi kavmine yardımcı olmandır.

"Mazlumun da zalimin de dinine ve mezhebine bakılmaz…"

İslam dünyasında iktidarı ve zenginlikleri elinde bulunduranlar, maddi kaynakların ve zenginliklerin Allah'a ait ve bunun tüm ümmetin yararına kullanılması gereken emanetler olduğu bilinciyle hareket etmesi gerekir. Kimsenin bencilce, mezhebi veya etnik taassubla, tekelci bir tavırla bu zenginlikleri kullanmaya hakkı yoktur. Adaletle hükmetmek esastır. Müslümanlar, tüm mülkün, yönetimin hakiki sahibinin Allah, O'nun dışındaki tüm iktidarların, kudret ve kuvvetlerin geçici, dönemlik olduğuna inanır.

“Belirli topluluklara ve kişilere verilen geçici iktidarlar, bir emanettir ve imtihandır…”

Belirli topluluklara ve kişilere verilen geçici iktidarlar, bir emanettir ve imtihandır. Kimi bunu lehinde kullanır, tarihe altın harflerle geçer, kimi de milletinin aleyhinde kullanır ve en büyük zararı kendine ve İslam'a verir. Hiç kimsenin sahip olduğu iktidarı halkın rızası ve onayı olmaksızın sürdürme, iktidarı kendi tekelinde tutabilmek için yüzbinlerce insanı öldürme ve yerlerinden yurtlarından sürme hakkı yoktur. Bir insanın yaşaması, her türlü makam, mevkii ve saltanattan çok daha yücedir. Hiçbir hırs, tutku ve ideoloji için masum bir insanın ölümü meşru olarak görülemez. Hak, adalet ve özgürlük, her Müslümanın ortak ideali olmalıdır. Mazlumun da zalimin de dinine ve mezhebine bakılmaz. Her nerede olursa olsun mazlum ve mağdura dini ve mezhebi sorulmaksızın kucak açılır ve her kim olursa olsun dinine ve mezhebine bakılmaksızın zalime karşı olmak vicdan ahlakının gereğidir.

“Zulme, ve güce dayalı egemen anlayıştan kurtularak adalete, barışa, özgürlüğe, hukuka ve ahlaka dayalı değerler, Müslümanların referans değerleri olmalıdır…”


Zulme, sömürüye, işgale, savaşa, baskıya, menfaate, korsanlığa, silaha ve güce dayalı egemen anlayıştan kurtularak adalete, dayanışmaya, bağımsızlığa, barışa, özgürlüğe, dostluğa, bilgeliğe, hukuka ve ahlaka dayalı değerler, Müslümanların referans değerleri olmalıdır. Ahlaki olan, sadece kendi taraftarlarının veya çoğunluğun inanç haklarını önceleyen ve başkaca inançları yok sayan bir tutum değil, kim olursa olsun, az çok demeden ve herhangi bir değere tabi tutmadan herkesin inanç hakkını ve inancını dilediği gibi yaşama hakkını kutsal gören bir anlayıştır.

“Müslüman toplumlar, köklü bir medeniyete ve tarihi tecrübelere sahiptir…”

Müslüman toplumlar, köklü bir medeniyete ve tarihi tecrübelere sahiptir. Bugün, tarihimizde de birkaç defa yaşanmış olan büyük bir fetret döneminden geçmekteyiz. Bu fetret döneminin getirdiği ıztıraplar umutsuzluğa yol açmamalıdır. Bu dönem arızidir, geçecektir; ümmetin işlerinin düzeleceği, istikrar ve istikamet yoluna gireceği günler inşallah uzakta değildir. Hikmet ve aklıselim, Allah'ın izniyle galip gelecektir. Batı'da yaşandığı tarzda din ve mezhep çatışmaları bu coğrafyada hiçbir zaman yaşanmamıştır ve inşallah bundan sonra da yaşanmayacaktır.

“Kim hangi siyasal mühendislik veya çıkar hesapları içerisinde bulunursa bulunsun, bu çaba boşunadır…”

Çünkü bu medeniyet havzasının kodlarında çatışma kültürü değil dayanışma kültürü, bir arada yaşama ahlakı ve hukuku vardır. Saygıdeğer İslam alimleri, geliniz fitneyi savaştan beter görelim ve yeryüzünden fitnenin kalkması için ortak çaba içinde olalım. Yeniden bölgemizin barış yurdu olması için çatışmanın stratejisini değil, barışın kelamını yapalım. Birlikte yaşamanın ahlakını oluşturarak, barışa dayalı bir hukuku birlikte inşa edelim. Geliniz Allah Resulü'nün mihmandarı Eba Eyyub El Ensari'nin medfun olduğu bu mübarek şehirde, İstanbul'da yapılan bu toplantıyı bir ahde ve misaka dönüştürelim. Buradan yapacağımız çağrıyı her yere ulaştıralım. Çağrımızı sözde bırakmayıp eyleme dönüştürerek, bilge şahıslardan müteşekkil akil insanlar heyeti oluşturalım. Bu heyet öncelikle çatışmaları durdurarak, Müslümanların kanlarının akmasını önleyip, İslam şehirlerinde barışın ve esenliğin hakim olmasına vesile olsunlar.

Şu bilinmelidir ki; Alem-i İslam'ın gözü üzerimizde. Ümmet-i Muhammed'in kulağı bizdedir. Mazlumların, biçarelerin eli yakamızdadır. Şehitlerin kanı sarık ve cübbelerimizde iken, zulme sessiz kalırsak, şiddete, teröre 'dur' diyemezsek, kardeş katline 'dur' diyemezsek, bu en büyük vebal olarak defter-i a'malimize işlenecektir. Herkesi şimdiden oluşacak sağduyu çağrısına içtenlikle davet ediyor; bu dünyada yapıp ettiklerimizden dolayı hesap gününde bizlere mahcubiyet yaşatmaması için bizleri mesuliyetine müdrik olarak salih amel işleyenlerden eylemesi için Allah'a dua ve niyaz ediyorum.

Başkan Görmez, sözlerini 100 yıl önce İslam coğrafyasında benzer olayların yaşandığı dönemde, Şam Ümeyye Camisi'nde 35 yaşında bir alimin orada toplanan yüz kadar alim ve büyük bir cemaat topluluğuna verdiği hutbenin son duasıyla tamamladı.


Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı (www.diyanet.gov.tr)
2014-07-25    


Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.